22 Haziran 2010 Salı

Hayatımıza Açılan Özel İsmet Şiiri: Amentü



Hayatımıza Açılan Özel İsmet Şiiri: Amentü

Bir şairi anlatan şiiri ifşa etmeye niyet etmişseniz olabilecek her şeyi göze almışsınız demektir. Ki kelimeleriyle canınıza kast ediyorsa şair, işte o zaman kargaşanın kalbine hoş geldiniz demektir.
1974’te Diriliş dergisinde yayımlanmış bu otobiyografik şiir, kuşatma, karmaşa ile karşımıza çıkıyor. Allah’ın var olduğu, varlığına kendisinin eklenmek istendiği sancılı bir zamana denk düşüyor şiirin doğumu.

Tasavvufun Kapılarında Tefekkür Cümlesi

İnsan
Eşref-i mahlûkattır, derdi babam

Çocukluk yıllarında kuşkulu, iç gıcırtıcı, merak uyandıran, meraklandıran bir cümledir söylene gelen. Hele ki abdestli bir ağızdan çıkan cümle olduğunda ayrı bir tefekkür lisanına bürünmekte ve bu şekilde karşısına çıkmaktadır şairin. Bu cümle, şairin babasından duyduğu ve o zamanlar ne olabileceği konusunda kafa yormadığı herhangi bir cümledir. Şair, üstüne düşmemiş olsa da, bu insana isnat edilmiş cümleyi bir olasılık olarak cebinde saklar. Vakti geldiğinde kalbini bu cümle ile sulayacaktır ki bu uzak, metrajı uzayacak hâl değildir, şair kalbi ile var olduğunun farkındadır.

Karşı Çıkmanın ve Reddetmenin Şahlanışı
Kapitalizme Sıkılmış Yumruklarıyla Karşı Duran Şiir


Şair eylül yorgunudur, bilek damarlarını keserek içini rahatsız eden metropol hüznüne karşı çıkmaktadır. Şair eylül tarafından incitilmektedir; çünkü bilek damarlarından akan kan yerine karşı çıkma, karşı durma, meydan okuma yer bulmuştur. Arayış; şairin ayaklarını yerden keser, fikir olarak kendisine konuşlanabileceği bir üs arar.

Dilce susup
Bedence konuşulan bir çağda

Çağ, şairin literatüründe sabıkalı ve çıkmaz yola girmiştir. İnsanlar, kelâmın mahremiyetini ayaklar altına alıp bedene takılıp kalmış, sadece cismin kirlenmişliğiyle avunarak çıkış aramaktadır. Buna dair hiçbir cümle izaha gidememekte, olup bitenler yaşanılan herhangi bir coğrafyaya kondurulamamaktadır. “Evet, isyan” dedirtecek, isyana ve karşı durmaya sevk edecek dar zamana girilmiştir. Zemin kaygan ve kaypaktır. Çünkü çağ, bugüne kadar alışagelmiş tasavvuru değil, aksine kirlenmenin sunak olarak sunulduğu, ceplerine merhamet doldurmak isterken insanlar, karşılarına suya koyulduğunda ancak yumuşayabilen katılık ve körelme hâli çıkmıştır. Şair bu yığınlaşmaya şiddetle karşı çıkar.

Rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
Bana deha değil
Belgeler gerekli
Kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza

Şair, aramanın vermiş olduğu kederlenme ile hayatı tanımlayamayacağını bilir. Hayatı boyunca yaşanılan her an, durumun tarifi için karşılık gelmemektedir. Söyleme teşebbüs edildiğinde “rahm” olanı katleden kanıtlardan, olabilecek ifadelerden faydalanabileceğini varsayarak, dönmekte olan çağdaş çarkın dişlilerinin içine, kendini diri diri atabilecek duruma gelmiştir. Zaman değişken, söz kirlidir. Bu yüzden dehaya gerekli önemin ve mühletin verilemeyeceğini ifşa eder, vakit kaybettirmeyecek nesnel metaların arayışı içerisindedir. Rahman’a giderken istemese de kendini farklı hâller içinde bulur. Şair kirlenmenin verdiği burukluğu resmî lisan ile hisseder.

fly Pan-am
drink Coca Cola

Fırtına ile gelen tepki tasarrufudur insanların vaktine düşen, olanla olması gereken derin sınıra dikkat çekilmek istenmiştir. Burada adına gür naralar atılan, acı çekilen halk, kapitalizmin kurmacası ve hayatlarını alıklaştıran kavramları kullanarak kapitali daha güçlü kılmakta, olağan düzene hizmet etmektedir. Şair, “Şahlanan grevler içerisinde kahkahalarım küstah” derken tepkisini en ironik hâliyle görmemizi istediği yere götürüp koymaktadır. En acıyan yanıyla seslenip halka, “Budur / İşte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku” diye haykırmaktadır âdeta. Halktan yana bir tavır içerisindedir şair, bu uğraşısı sonrasında halkını uyandırmak isteyen kurtarıcı rolündedir.
Şiirin Mihengi Baba Metaforu

Baba, mühim bir metafordur şairin hayatında. Acıyan yerlerine dokunup dünyadan iltica etmiş, şairden yana dönüp geriye bakıldığında, şairin hayatına varsıl güzellikler bırakıp gitmiştir. Şairin zihnine, kalbine “eşref-i mahlûkat” kavramını koyup, uyanışa sebep olandır. Baba ile zaman zaman yaşadığı çatışmaların, uyuşamayışlarını dillendirir şair. Yine de kalbin en kangren yanlarına inanç armonikasını konduran babadır.

Tokat
Aklıma bile gelmezdi
Babam on beşli olmasa

Zamandır. Zulmün hırıltısı uzak değildir varoluşunu idame ettiren toplumdan. Vatanın tehdit altında olduğu; millet, namus, şeref için öfkenin bilendiği zaman dilimindedir baba. Henüz baba değildir, oğludur vatanının; çünkü dönmesi ihtimale tekabüldür. Baba değildir, henüz Hicri 1315’tir. İman için yola çıkan, henüz 15’inde gençtir, inançlıdır, imanlıdır. 15 yaşındadır baba, iman suretinde mefkûrenin peşinde giden kutsal bir kurgudur. Şairin tasavvurunda kutsala tâbi, kalbi hoş tutacak bir eylemdir bu, şair bunu önemser.

Babam
Seferberlikte mekkâredir

Hayat bilgisi olarak hayatının en çetrefil yanlarında duran baba, Cihan ve İstiklâl Harplerinde hayvanlarla yük taşımacılığı yaparak milletine hizmet etmekte ve kendisine düşen görevi hakkı ile yerine getirmektedir. Şair, yapılanı tarihin tamahkârlığına not düşmekte, anılacak günleri olsun diye ibretlik o günleri, zihninin hatırlanacak yerlerine kondurmaktadır.
Merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan
Babamdı

Savaşlar bitmiştir, baba yurda geri dönmüş, çocuklarının nafakası için uğraşı içerisine girmiştir. Şair bu eylemi kutsal olarak kabul eder; fakat hizmet edilen yer itibari ile kendini karşı çıkmanın içerisinde bulur. Amerikan firmasına, yani emperyalizme hizmet eden fabrikaya, babası kırlarda kazdığı kökleri getirip satmaktadır. Dolaylı yoldan da olsa emperyalizmin gayrı resmî şubesine hizmet etmektedir. Şairin duygu âleminde zedelenmeler baş göstermekte, eylemi yapan babasının olması içten dışa taşan reddetmeyi daha da pekiştirmektedir. Kutsala ihanet edilmiş, “seferberlikte mekkâredir” denilen baba, kutsallığını yitirmeye başlamıştır.

İnsanın
gölgesi ile tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısı ile çağırmak

Baba metaforu farklı hâliyle ellerimizden tutar, varlık sancısı içinde olan şair geçmişin kavline göre ayıklayıp yüzündeki hüzün taksimini, marşlara sığınmak ve bu şekilde babası ile irtibat sağlamak ister. Aslında buradaki asıl sancı, babası ile olan münasebetlerinde olağan hâli tutturmayı başaramamasıdır. Baba metaforu söz konusu olduğunda, yakasına ısrarla yapışmakta olan resmiyet, ciddi cümleler, efektif yazıklanmalar baş göstermektedir. Baba hiçbir zaman samimi münasebetlere müsaade etmemiş, böylesi anlar kopuk bir film karesi olarak hep durmuştur şairin hayatında.

Şair, babası ile olan münasebetini şu şekilde dillendirir: “Ben babamla öldükten sonra yakınlık kurabilmiş biriyim.” Baba ölmüştür, şair marşların kararmışlıklarına sığınmış çıkış aramaktadır.

Çanlar sustu ve fakat
Binlerce yılın yabancısı bir ses
Değdi minarelere
Tanrı uludur Tanrı Uludur
Polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur

Çağ değişmiştir, fikirler ve ideolojiler de. Tefekkür, tevekkül çekilmiştir insanların hayatından. Yüzü asık tınılar, tarifler, tabirler girmiştir insanların hayatına. Zulüm diye tabir edilen gâvur, imanla savuşturulmuş; fakat insanların kulaklarına değen yabancı tınılar ortaya çıkmıştır. İstiklâl Harbi bitmiş, ideoloji değişmiş, yerini Tek Partili döneme bırakmış ve Allahu Ekber yerine “Tanrı uludur” ifadesi yer bulmuştur kendisine. Burada, efektif karmaşanın içerisinde şairin babası polistir ve şair derin pankartlar açar; çünkü babası Tek Partili yönetimin getirmiş olduğu Cumhuriyet’e hizmet etmeye başlamıştır. Babanın tavrı varoluşa aykırılık arz etmekte ve sapma olarak durmaktadır. Kulluk imanın gereği olarak Allah’a yapılır; fakat tavizsiz bir eleştiri darası oluşturan şair, babasını çekinmeden eleştirmektedir.
Gençlik Acılarıyla İçselleştirilmiş İki Kurgu

Gide ve Godiva

Şair tarafından temsil edilen iki kurgu vardır ve bu kurgular şiirin ayrı yerlerine serpiştirilmiştir. Birbirileriyle ilişkili değil, aksine farklı tasavvurları ve zaman dilimlerini aksettirmektedir.
Ben o yaşta koltuğumda kitaplar
İşaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
Cebimde kırlangıçlar, çılgınlık sayfaları
Kafamda yasak düşünceler Gide meselâ

Okul çağında filintadan bir öğrencidir şair, kanıtlamak için işaret parmağında zinciri ve cebinde taşıdığı sedef çakısı bu zamanı tarif etmektedir. Aklında, “Başkaldırıyorum o hâlde varım” diyen Gide meselâ. O zamanlar tehlikeli söylevlerdir bunlar, şair cesurdur bu konuda. İçteki boşluğun dolması için ayaklanmanın konuşkanlığa düşme hâlidir bu. Gençlik acıları ile aranan, şairin yüzüne serinlik getirmez; istenilen ve vaat edilen bu değildir çünkü.

Bense
Anlamış değilim böyle maceralardan
Ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur

Şair topluma dair hassasiyetine bizi götürüp, kalbini açıp halka, kapitalizme karşı çıkışını göstermektedir. Hikâye acıklı, hikâye ironik, hikâye iç acıtıcı… Hikâye meydan okumanın tezahürü üzerine inşa edilerek halka sunulmaktadır. Halkın görmesi için elinden geleni yapmakta, toplumun doğum sancısını çekmektedir.

Lady Godiva, 11. yüzyılda İngiltere’de yaşamış Mercie dükünün karısıdır. Dük zalimliğiyle ün salmış ve ağır vergilerle zalimliğini devam ettirmektedir. Godiva, dükün yaptıklarına karşı çıkar ve ayrılıklar baş gösterir aralarında. Dük, vergilerin kalkmasının ancak bir şekilde olabileceğini söyler. Kirli ağzıyla Godiva’dan bir atın üzerinde şehri çırılçıplak gezmesini ister. Godiva şartı kabul eder, halkı için buna katlanacağını ifade eder. Godiva sokaklara çıkıp çıplak bir vaziyette şehrin içinde gezmeye başlar. Halk, Godiva’ya olan sevgisinden dolayı kapılarını ve pencerelerini örtüp, kendileri için yapılan eyleme derin bir minnetle katkıda bulunurlar. Rivayet göre sadece bir kişi perdesini aralayıp Godiva’ya bakmış ve kör olmuştur.

Şair böylesi bir fedakârlığın arkasından seslenmektedir. Oysa yolu gözlenen gelmemekte, ağır vergiler altındaki halk daha da fakirleşmekte ve zorluk derecesi yüksek yaşantı dikte edilmektedir. Bundandır Godiva’nın yolunun gözlenmesi. Şair tepkisini şu şekilde telâffuz eder:

Nüfus cüzdanımda tuhaf
Ekmek damgası durur

Bu, o zamanki yönetimin getirdiği bir uygulamadır, şair bunu kabul edememektedir. Çünkü ekmek karne ile verilmeye başlanmış, gözetilmesi tevdi edilen eşitlik yer ile yeksan olmuş ve gereğine inanılan hiçbir talep karşılık bulamamıştır. Toplumun temeline dinamitler koyulmaya başlanmış, şair oluşabilecek o patlamanın içerisinde yer almayı gözüne kestirmiştir.

Kendine Çıkış Arayan İklim

Şair fark etmenin farkındadır, tohum kalbinin ara yüzüne inmiştir, onu sarsmış ve ayaklandırmıştır.

Ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
Bu söz asıl anlamını kavradı

Eylül suretinde damarlarının kıvrımlarında arayışı başlatır şair. Dilinden vakte düşen eylül, jiletle kesilir, ellerini bu duruma şahit tutar. Damar kesilir, kan kesilir ve varoluşun hikmeti kendini bulmaya başlar. Şair içinden taşarak dar bir zamanın öyküsüne kendini binit eder. Cinnetten yara alarak çıkmış nedameti içinde huzursuzlukla bulmuştur. Şair yapılan eylemin uygunsuzluğunu idrak etmeye başlamıştır ve fark etme hâli şairin kalbine inmiştir. Konuşan, kalbe düşen hikmet tohumudur ve şair uzayan, uzadıkça da nefesini kısaltan uykudan asıl cümleye uyanır.

Zaman geçer. Harflerle, cümlelerle, şiirlerle kutsanır eylülün adı. Eylül, “Amentü” şiirinin dizinin dibine yazılır. Şair yorgundur, şair şükür suretindedir. Çünkü sebepler dünyasında Yaratan, Eşref-i Mahlûkat diye mânâ kattığı kulunun gönderden yarıya indirilmesine müsaade etmemiş ve kuluna Gafur sıfatı ile mühlet vermiştir. İslâmlık bu fark edişle başlamıştır.
Amentünün Kalbe Nazil Olması

Şair hikmetin kavlini, ilkin babasının dilinden duyduğu kelimelerle, “kâlû belâda” sorulan, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna evet diyerek zaten kabul etmiştir. Bu şekilde İslâm fıtratı üzere gelmiş; fakat hatırlatılacak güne kadar bu unutma hâliyle hayatına devam etmiştir. Söz, babanın kutsadığı tarifin sonrasında gelir, şairi derin uçurumların ucundan çevirecek içsel tasvirle hayatımızın diğer ucundan tutar.

İnsan
Eşref-i mahlûkattır derdi babam
Bu sözün sözler içinde ayrı bir yeri vardı

Kelâmın kavli burada başlar. Babanın dilinden düşen ve tüm insanlığı ihtiva eden bu söz, ayrı bir tabir olarak durur söz ustasının hayatında. Şair, dönüşü olmayacak yanlışa tevessül etmiştir. Rab, bu ağır çıkmaza müsaade etmemiş, kulunun kalbinden ellerini çekmemiştir. Nisyan ile malul olan şair, terkibin farkına varmış ve pişmanlığı en kırçıl hâliyle yaşamıştır şükür ile. Tam da burada tasvir edilen söz, alınıp bambaşka bir yere kondurulmuştur. Şair pişman, kederli; ama umutsuz değildir.

Şair bu ayakları aksayan kargaşanın sonrasında, bulmak kısmına girmeden, arayışın içerisinde bulur kendini. Bazen kulağına çalınan gür naralar, sloganlar, reklâmların arasından taşarak, bazen ezan sesinde kendini farklı hâle büründürtmekte; fakat arayış olarak devam etmektedir. Şair lise çağlarında, Asıl Kelâm’ı, yani Kur’an mealini okumaya başlamış, içindeki çıkmaza dair sorular türetme girişimindedir. Çıkmaz yola girebilecek aklın tam göbeğindedir. Karşı tezler üreterek, biraz muhalif, biraz marjinal çengellere, matematik işlemlerine çözüm aramaktadır.

Aşk ve ölüm bana yeniden
Su ve ateş ve toprak
Yeniden yorumlandı

Şair, felsefe ve sosyoloji kuramlarının çatılarından taşarak yaratılışı yorumlama çabasına gitmiştir. Nedamet sonrasında gelen aşk ve ölüm kavramlarını yeniden açıklığa kavuşturma çabasındadır. Bunlar yapıladururken şair, ilk çağ filozoflarının türetmiş olduğu insanın varoluş hilkati üzerine sunduğu izahlara gitmektedir. İnsan amentüsü gereği var edilmeden önce, belli elementlerin birleşmesiyle var edildiğine inanılmıştır. Şair buradan yola çıkarak inancı açıklama çabasının tam ortasında bu bir cevap olabilir mi düşüncesi içindedir. Metafizik dünyada ismi zikredilen dört element, yani su ve ateş ve toprak zikredilmiş; fakat hava metaforu eksik bırakılmıştır. Bu, gözden kaçmaması gereken, şair tarafından kasıtlı olarak eksik bırakılmış mühim bir kurgudur.

Gençken
Peş peşe kaç gece yıllarda
acıyan yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı

Gençlikle gelen hengâmeli boşluğun getirisi olan, pişmanlığı kılcallarında hissedilen acıyan yerleri vardır şairin. “Bilmezdim neden bazı saatler / alaturka vakitlere ayarlı” derken şair, bu şekilde başkaca sancısını bize sunmaktadır. Eskiden, Osmanlı zamanında insanların hayatında saat kavramanın olmayışı sebebi ile insanlar, hayatlarını inançlarının getirisi olan namaz vakitlerine göre ayarlardı. Güneşe ya da başkaca zaman bildirgecine değil, inanç bildirisi olan namazın kavline göreydi. Burada da şair derin bir boşluğun içerisindedir. Artık zaman namaz vakitlerine göre değil, eğlence saatlerine göre ayarlanmıştır. Şair namazın iç temizleyici marifetinden habersiz, yine de namazı kalbinin bir köşesinde saklamaya devam etmektedir.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm

Ayıklanmış cümleler ve ustaca kurgulanmış dize tutuyor elimizden. Şairin kendi durumuna dair bizi haberdar etmek istediği farklı bir durum var. Kar beyazlığın, meleklerin habercisi olan rahmet hâlidir; fakat maddi olan dünyadan kendini muaf tutup da şair, manevi kirlenmenin içindeki bocalamasını ve sancısını ifşa etmeye çalışmaktadır. Kar ile darp olup kirlenmiş yanıyla karşımıza çıkan yüz değil, şairin manevi dünyasında muhatap olduğu kirlenmedir.

Ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
Tenimin olanca ağırlığı yok oldu

Kendinden uzaklaşıp kendine gelemeyen cümlelerle ifadeyi sabitler şair. Emperyalizmin getirisinden çok götürüsüyle mağdur olmuş halkın hakkaniyetine dair cümleler devşirmekte, yorgunluğunu ispata gitmektedir. Şairdeki toplum kaygısı öylesi, ölesi bir yere kondurulmuştur ki “Amentü” kavramına dair bulmaya çalışma hâli sekteye uğramaktadır.

Yalnız
Coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
adırvan, İslâm’ı adımlamanın görünürdeki başlangıç merhalesidir.
Hayat
Dört şeyle kaimdir, derdi babam
Su ve ateş ve toprak
Ve rüzgâr.
Ona kendimi sonradan ben ekledim
Pişirilmiş çamurun zifiri kokusunu
Ham yüreğin pütürlerini geçtim
Gövdemi âlemlere zerk ederek
Varoldum kayrası ile var edenin
Eşref-i mahlûkat
Nedir bildim

Bedenî yapıyı şehrin, proletaryanın, kirlenmenin, kapitalizmin, ısmarlanmış düşlerin çıkmazından çıkarıp asıl olana, yani insanın ilk var olma hâline geri binit eder şair. Kelâmın şerh olarak vakte düşmesinin akabinde ıslık çalarak dört elementin birleşimini gözler. Kur’an’da insanın varlığının ikame edilmesidir gözlenilen. Şiirin başlama aşamasında eksik kalan metafor şairin tanıklığıyla, şiirin en alımlı yerine, daha kendisini eklememişken varoluşa, eksik kalan elementi çağırır. Hava, yani ruh.

Zifiri karanlığın korkaklıklarının içine dalmadan şair, eşsiz yapıya kendini ekler. Mânâ kendini bu şekilde bulmuştur diye, göğsüne vura vura asıl olan budur der, zamanın eriyen yanlarına sözü düşer. Yunus tutar şairin ellerinden; hamdım, yandım, piştim rindinin başlangıç kısmına, yani hayretin tekabülü olan hamlığı yüreğine hatırlatır ve arayışın nihayeti taşarak vücudun en kangrenli yanlarından halka, bizlere, okuyanlara, idrake teşebbüs edilenlere sunak olarak sunulur. Aranan bulunmuştur. Varlığı, Var edenin merhameti üzerine kanıtlanmış olur ve arayış tamamlanır. Allah’ın ipine tutunur şair ve abdestli ağızdan, yani babanın kelâmından düşen tarif, tabiri kaldırır hâle gelmiştir. Şair, amentünün ne olduğunu bilir, itaatsiz ve isyana koşan adımlarla. Çetin bir adamdır şair ve yüzünün kırılganlıklarında halka sunulmak için sözler biriktirir. Hayatın bitirilmesine karar verilen yanında, Yaratıcı tarafından bize bahşedilmiştir şair.
İrfan Dağ

Be Zeman u Be Zıman*






İsmet Özel’e armağan

Bir masal miktarı kadar ölüp ölüp gideceğim, beğenirsek birbirimizi neden olsun
Beğenmezse ölüm belki hatıra fotoğrafı çektiririz, hastalıklı bir kız gibi öksürür şiir
Taşa tutar tanımadığımız gitmek üzereyken tanıdığımız yol konuşkanlıkları kadar
Yazılır ezbere vurulan her hasım hısım olur belki halamın suçu neydi kocasının içi
Mermi dolusu keder ile doldurulduğunda zannedilip oyuncak bir bebek suretinde
Kundaklanmamışken oğul diye bellenilen kundağında kuş sesi zannettiğinde annesinin
Kalbinden düşen sessiz ağıdı, yazılmalıdır belki daha doğmamış olanın hicrana düştüğü
Dünya sekine edinirdi kendine, sükûta erişirdi dili kesilmiş her kekeme, en çok anlatırken

Postallar ürürdü yürürdü sonrasında yağmurlu bir gün kadar dedemin yüzünde
Çoban olurdu koyun güderdi kavalının sebebinde babamın düşleri, soğana ve ekmeğe
And olsun ki kanaat getirirdi kanaat önderi olmayan babam en çok annemin gözlerine baktığında Hikâyeler anlatırdı meselâ bunu gördüm de ben en çok sustuğunda yolluk edinilmiş ırgatlığı
Pamuk tarlasına emanet ederdi genç kızlığını, toprağın geri dönüşüm fabrikasında kana boyanırdı
Yüzümün hayata bakarken borçlanan yanı, kırmızı ışıktan geçtin kalbim, ihlal kuralısın

*Zaman Dilsiz Kaldığında
İrfan Dağ