22 Temmuz 2010 Perşembe

Say Ki Beni Bencileyin Evet Cahit Zarifoğlu, Belki





Say Ki Beni Bencileyin Evet Cahit Zarifoğlu, Belki


Acınacak yerleri var yüzümün, ne zaman yağmura çıksa ıslığım
Issızlığını hisseder di’li geçmiş olan o çıt kırıldım zaman, bunu bana yaz
Yürüdüğüm yollarda kalbimi yol arkadaşı edinmedim, kuşkusu bu ayaklarımın
Olsaydı keşke deyince bir turna yazıklanmasına dilimin, ah alınıyorum biraz daha
Bilseydim dağa yaslandığında herhangi bir omzun, sonrasında ölümle söze tuttuğunu
Kesmezdim sözünü körler eşliğinde saçlarımın çıkmazına yağan meleğin


Ne zaman yazacak gibi olsam burnumun dibindeki ayeti, kalbinin en hakir yanıyla vur Anlatacaklarım yok, anlatmak için susmuyorum, konuşabilseydim adım Hallaç
Talihi olmazdım bir kırlangıcın, artık iç açacak/acıtıcı kanatları yok, içinde kış korkusu
Dinle diyorum, diyorum dinlemiyor beni gideceğiz son bulmayacak şiirin bize ettikleri
Haklı yanları olurdu vurulduğumuz, yapıştırıldığımız her dosyanın,
Urganı ve çocuk gülüşlerini
Rabbim, hiç akletmiyoruz oysa ne çok Zarifoğlu, daha ne densindi



İrfan Dağ

Şirin Sosyalleşme Zeminine Girişi: Şiir Yıllıkları







Şirin Sosyalleşme Zeminine Girişi: Şiir Yıllıkları



“Şiir sosyalleşir mi, sosyal olan hangi kurguyu ihtiva eder?” kalkışmalarını duyar gibiyim. Evet, bu üstünde düşünülmesi lazım gelen bir çengeldir, çözüldüğünde gerçekten şiirin baskın yanlarından bir tanesi daha tespit edilmiş olacaktır. Bu yapılırken, teklif olarak hayatımıza girmiş, tarihi ve geçmişi olan şiir yıllıkları, aradığımız cevabı bize verecektir.


Şiir yıllığı; kim ne derse desin, nesnel olamayan ve hazırlayıcısının(genellikle şairlerdir) kendi ufkundan bakarak tertip ettiği bir döküm ve ayraç çalışmasıdır. Burayı biraz açmak gerekir; nesnellik dediğimiz mesele nasıl sağlanabilir, bu kıvam nasıl tutturulabilir? Şiir yarışmalarında seçici kurullar tüm seçiciliklerine rağmen bu nesnel zemini bulamazken böylesi bir nesnelliği şiir yıllıklarından beklemek sonuçsuz kalacaktır. Burada müracaat, şiir yıllığı tertip edenin vicdanına olacaktır; titiz ve müteyakkız bir vicdan... Gerisi akademik söylemdir ki böyle cümleler sarf edildiğinde kargaşa başlar. Hele ki deneysel şiir, deneyci şairler yakın zamanda peyda oldu; bu karmaşanın içinden çıkılmazlığı arttı. Şiir bilimselleşiyor mu, yoksa bizi filmlerle kandırmaya mı çalışıyorlar? Sonrasında malum tartışmalar: “Vay benim şiirim neden alınmadı?” İşin yoksa ayıkla pirincin taşını.


Yıllıklar teklif özelliği taşımaktadır. Artık şiirimizin vazgeçilmezi olmaya adaydırlar; geçmişleri de kalpleri de vardır. Çoğu şiir sever, sıkı dergi takipçisi olan kişi dört gözle yıllıkların çıkmasını bekler. Sebebi aşikardır: Bir senenin şiir güzergâhını, yol işaretlerini ortaya koymaktadır yıllıklar. Kıymetlidir, kıymete binittir. Bu kadar beklenti yıllıkların ve hazırlayıcılarının sırtına koyulan taşların gramajını daha da artırmaktadır. Bu minval üzere şiirin ikliminde saçlarını yağmura çıkaran okurlar haklı beklentilerini artırmakta, acaba hazırlanan portrenin gözünden ne göreceğiz sorusunu merakla muhafaza etmektedirler. Bu yapılırken itina önemlidir, yıllıkların kalbi varsa okurların olmaz mı? Yanlış teklifler yol gözleyen okurların kalplerini yoldan çıkarabilir ve şiire kırılmalarına sebebiyet verebilir ki bu çok ağır bir vebaldir.


Şiir yıllıklarını daha beğenilir kılan önemli özelliklerinden bir tanesi de edebiyat dergilerine verilen önemin gün yüzüne çıkarılmasıdır. Çünkü edebiyat dergileri, şiirin en canlı damarıdır. Dergiler, yıllıkçılar, okurlar bunun farkında olmak zorundadırlar. Orada zamanla yeni isimler boy göstermekte, farklılıklarıyla ortaya çıkıp şiirin zenginliğini göstermektedirler. Bu canlılık, şiir adına gün be gün kendini yenilemekte ve şiir zayıflıyor hissi uyandığında bu korkuya cevap vermektedir. Dergilerde boy gösteren genç şairler; yıllıkların gözden kaçmayan en gerçekçi yanı. Orta yaşlı ve yaş olarak günümüze yakın durmayan şairler yanlış anlamasınlar, bir zamanlar aynı kaygıları taşıdıklarını lütfen hatırlasınlar. O zaman hak vereceklerdir. Gençler, dergiler gibi şiirin en hareketli ve canlı damarlarıdır. Hatta şiirin bir gençlik sanatı olduğunu düşünenleri de hesaba katarsak söz konusu durum önemini artırmaktadır. Şiir yıllıkları maraton ise, edebiyat dergileri bu maratonun iç açıcı pisti; gençler ise sağlam baldırlı koşucularıdır.


1.YKY Şiir Yıllığı 2009:
Baki Asiltürk tarafından hazırlanan yıllıkta; 90 dergi taraması yapılmış, 3’ü vefat etmiş 160 şairin şiirine yer verilmiş. Baki Bey, geçmiş yıllarda hazırladığı şiir yıllıklarının vermiş olduğu belirgin ve oturmuş bir seçicilikle çıkıyor karşımıza. Ki bu durum, Asiltürk'ün maziye yapmış olduğu yolculuklarda; geçmiş zamanlarda şiire daha çok sahip çıkıldığı ifadesi yer almaktadır. Günümüze yaklaştığımızda, bu hassasiyetin artık kendisine akacak kanal bulamadığından yakınmaktadır.


Şiir yıllığında seçilen şiirler, Eski ve Yeni kuşakların ortak harmonisiyle karşımıza çıkmış, farklı renklere yer verilmiştir. Özellikle edebiyat dergilerine özel hassasiyet gösterilmiş, buradaki canlılık gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır. Umut edilen iyi şiirdir, iyi şiire ulaşabilmektir. Baki Bey, yıllıkta bunu bize verebiliyor mu? Kısmen evet.


Şiir kitaplarına yaklaşım biraz daha soğuktur. Bu tutum hazırlayıcıdan değil, şiir kitaplarına ulaşmakta yaşanan/yaşanabilecek zorluklardan kaynaklanmaktadır. Diğer bir sebep ise şiir kitaplarına alınan şiirlerin canlılığı ile ilgili sıkıntıdır. Kitaplara alınan şiirler çeyrek asır önce yazılıp da kitaba alınmış olabilir. Böylesi bir durum vuku bulduğunda canlılığın ifadesi olarak duran yıllıklar, bu yaşlanmayı kaldıramamaktadır. Bu da dergilere daha çok önem verilmesini haklı çıkarmaktadır.


Baki Bey, yıllığı hazırlarken sağduyusuyla hareket etmekte, bunun yanına akademik birikimini eklemeye çalışmaktadır. Yıllık vicdan yolundan gidilerek nesnel bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Bu sağlanabilmiş midir karar vermek zor. Her yıllık gibi öznel ve tartışılmaya açıktır. Ortak bir payda bulabilme konusunda tepki-cevap olarak şu cümleleri paylaşmaktadır: “Herkesi memnun edecek bir şiir yıllığı hazırlamak imkânsız! Zaten böylesi çalışmaların birilerini memnun etmek gibi bir amacı olmamalı. Nedeni açık: Birilerini memnun etmek için gösterilecek tolerans, bir başkasının mutsuz etmenin, onun hakkını gasp etmenin yolunu açacaktır.” Yıllıkta öne çıkarılmış dergiler var, geride kalıp sönük bir şekilde kendine yer arayan dergiler daha fazla. Dergiler, dergilerde yazan şairler mutlu mudur? Uzun bir süre tartışılmaya açık konudur. Çember geniş tutulmuştur, fakat şiir seçimlerinde bunu pek de net göremiyoruz.


“Kim ne derse desin; bu yıllığın sayfalarında, geçen yıllarda olduğu gibi, yıl içindeki yaygın ya da yaygınlaşmaya aday şiir anlayışlarının hepsinden örneklere yer verilmiştir. Bazı şiir anlayışlarından örneklerin fazla olması ya nitelikle ya da yaygınlık oranıyla ilgilidir.” Bu konuda üstü kapalı kalmış birkaç yan var. Şöyle ki yaygın ve yaygınlaşmaya aday şiir anlayışları derken kast edilen nedir? Anlayışlar sıralanıp da şiirler ayıklansaydı daha güzel durmayacak mıydı? Yaygın şiir anlayışları kavramı havada kalmış. Tavır eksikliği var burada; şiir anlayışlarına açıklık getirilmeyene kadar şiir alımlarındaki haklı-haksız tutum belirsizliğini devam ettirecektir. Türk Edebiyatı, çok çekimli halinin olumsuzluğunu hâlâ devam ettirirken yaygın ve yaygınlaşmaya aday şiir anlayışları çözümsüzlük olarak bu yıllığın kıyısında duracaktır.


“ Her yıl olduğu gibi, bağlı olduğu estetiği iyi temsil edebilen ve okuyanda şiir etkisi bırakan metinler arasından yaptım seçimlerimi. Israrın güzelliği kadar yenilik kıpırdanmaları, tazelik esintileri ve farklılık titreşimleri seçimlerimi yönlendirdi.” Yıllığa alınan şiirlere baktığımızda bu hassasiyeti göremiyoruz. Özellikle farklı damarlara yönelen şairlere yer verildiği dillendirilmektedir. Gençlerin yıllıkta yer alma oranı ortalama seviyededir. Eski ve Yeni dengededir, biri diğerini gram da olsa geçmemektedir. Burada olan eksiklik, yeni olanda ısrarın daha da artırılmasının gerekliliğidir. Çünkü asıl damar yeni olandadır, olacaktır da. Yıllık hazırlarken dergi taramak gerçekten meşakkatli bir iştir, bu konuda haksızlık yapamayız. Ne kadar çok dergi, o kadar canlılık ve o kadar yeni isim diyebiliriz. 90 dergi azımsanacak rakam değil fakat bunun 100 olduğunu düşündüğünüzde, olabilecek nitelik mukayesesini ve yeniliği düşünmek bile heyecanlandırıyor insanı. Ki 2009’da şiirin durumu adı altında yapılan değerlendirme yazısında, dergilerin tarama notlarına bakıldığında bu heyecan daha güzel bir şekilde gün yüzüne çıkmaktadır.


2. Türk Şiiri 2008-2009:
Hakan Arslanbenzer tarafından hazırlanan yıllık, 30 dergi ve 10 tane yayınevi taramasıyla yapılmış. Yıllık, 2 senelik sürenin birikimi olarak karşımıza çıkmış ve bünyesinde tespit edebildiğimiz kadarıyla 154 şiire yer verilmiştir. Hakan Bey, beş yıldır yıllık çıkarmaktadır ve bu konuda yetkin bir ses olma yoluna girmiştir. Ses olarak şiirini herhangi bir zemine yakın bulmamakta ve kendini bu şekilde tarife gitmektedir. Cümlelerinden anladığımız kadarıyla yıllığa, ideolojik tutumu bulaştırmamaya çalışmaktadır; “Ben zaten edebiyatta İslamcı-laikçi ya da sağ-sol ayrımına inanan biri değilim.” Yıllığını yayınlamadan önce Fayrap dergisinin blog sayfasında paylaşmış olduğu TÜRK ŞİİRİ 2008-2009, İSTATİSTİKLER başlıklı yazısında şunları söylemektedir; “Varlık, Kemalistlerin yayın organı hüviyetini iyice belirginleştirdi 2009’da. Geçmiş yıllarda yaptıkları postmodernist, anarşist deneyleri rafa kaldırdılar. Dergâh sağ içindeki mesafeli fakat belli yerini koruyor. Heves Kemalistlerin ve Goşistlerin karşısında liberal sol bir çevre anlamına geliyor. Fayrap ise sağ-sol handikapını aşma gayretini 2010’da koruyacak ama siz açık olsanız da herkes yeterince açık değil. Liberallerin, İslamcıların, Kürtçülerin, Goşistlerin, Kemalistlerin ve Faşistlerin ayrı ayrı hışmına uğramak istiyorsanız Fayrap’ın yolunu izleyiniz.” Son cümlede Fayrap’ın tavrı ortaya konarken aslında Fayrap üzerinden Hakan Bey’in tavrı belirginleşmekte, izlenimim bu şekilde. Bir zamanlar İslamcı zeminden konuşan Hakan Bey, bu güne yaklaştığında bu zeminden uzaklaştığını göstermeye çalışıyor. Hakan Bey uzaklaşıyorsa Fayrap dergisi de uzaklaşmış oluyor. Hakan Bey'in tutumunu Popülist Hareket dediği ideoloji belirliyor artık.


Yıllığın ilgi çekici yanı, okur olarak belki de çoğu şiir okuyucusunu mutlu eden, akım ve kuşak olarak şiirlerin sınıflandırılmasıdır. Burada şiir paketlenip verilmemektedir, Hakan Bey’in bunu hedeflediğini zannetmiyorum. Yıllık okurunun şiiri daha makul, daha rahatlatıcı şekilde bulabilmesi için yola koyan, işaret ve işaretçileridir. Bu tavır yıllığın teklif ve izah edici rolünü biraz daha yerine oturtmuştur. Bence profosyonellik budur. Yıllıkta 1960 Kuşağı, Ara Kuşak, 1980 Kuşağı, Yeni Hece Şiiri, Neo-Epik Şiir, Yeni Biçimci Şiir, Direniş Şiirleri, Doğa ve Memleket Şiirleri, Bireyseller ve Mısralar diye kategorilere bölünmüştür. Bu ayrıştırmada Mısralar kısmı apayrıdır bence. Hem kamçı hem yol gösterici görevi görmektedir. Yorucu da olsa çoğu derginin, yayınevinin takip edildiğini ve şiire hizmet edenlerin ciddiye alındığını göstermektedir. Güzel bir hizmet.


Akım, şair ve şiirlerle ilgili yazılan üstteki not kısımları, yıllığın listeleyici değil de eleştirel olarak hazırlanmış olduğunu göstermektedir. Bu çalışma yerindedir ve yıllığı görünür kılmaktadır. Şair ve şiir okunmadan, giriş yapılmadan önce açıklayıcı ve aydınlatıcı yazıların olması, bu yıllığın en iç açıcı yanı. Buradaki çaba, emek bence bambaşka. Özet haliyle, şiire ve şaire nasıl yaklaşacağımızı gösteriyor.


“ Mutlak bir nesnellik bu yıllığın amaçlarından biri değil. Böyle bir nesnelliğin imkânı da sorgulanmalıdır. Mümkündür, fakat önce ciddi bir çoğunluğun nesnellik ölçütleri konusunda anlaşmasını gerektirir. Ben Türk şiirinde böyle bir anlaşma ve çoğunluk göremiyorum.” Hakan Bey şiir yıllıklarının hazırlanışında, yapılan baskıların insafsızlığını göz önüne sermeye çalışmaktadır ki, bu konuda haklıdır. Şiir dergilerinde tutum nesnel ve akademik olamazken, yıllıklardan bunu beklemek su götürür bir istektir. “ Öznellik, tutarlılık ve dürüstlükle beslenildiğinde ki elimi kalbime koyarak bu yıllıkta bunu yapmaya çalışıyorum, kayıp nesnelliğin yarattığı ihtiyaçları nispeten karşılayabilir. Bu normaldir, beş yıldır yıllık hazırlayan biri olarak bunun kaçınılmazlığına tanığım.” Bu cümleler, şiir yıllıklarının hazırlanmasında, yıllığın hazırlayıcının vicdanıyla alakalı olduğunu bir kere daha kanıtlamaktadır. Öznellik ve vicdan şiir yıllıklarının kaderidir. Bunu görmek ve bu şekilde kabullenmek gerekir. Aksini iddia eden, lütfen şiir yıllığı hazırlasın.


Dergi taramalarına bakıldığında, yıllığa alınan şiirlerin ait olduğu dergiler biraz düşündürücü. Akla şu gelebilir, kurgulanan cümlelerin dayanağı nedir? Hazırlayıcının tespitlerinden ve cümlelerinden konuya devam edelim: “Son iki yılın dergileri arasında en çok aylık dergilerin ve öncü dergilerin yayımladığı şiirlere yer vermişim.” (Bkz: TÜRK ŞİİRİ 2008-2009, İSTATİSTİKLER, Hakan Arslanbenzer) “ Heves ve Fayrap’ın yollarına tam gaz devam etmeleri gerektiğini savunduğunu böylelikle daha iyi anlamış olduk. 2008’in bu iki öncü dergi başarılı bir yıl olduğunu söyleyemeyiz.” (Bkz: Türk Şiiri 2008-2009 Şiir Yıllığı, s: 17) Yıllık okuru olarak benim kafamı kurcalayan, vıcık vıcık eden, öncü dergiler tabiridir. Yıllığa Kitap-lık dergisinden 20 şiir alınmış, sormak isterim: Kitap-lık dergisi aylık olarak çıkıp, bolca şiir yayınlayan bir dergi midir yoksa içinde barındırdığı nitelikli şiirlerle öncü dergi olma özelliği mi taşımaktadır? Heves Dergisi öncü bir dergi midir, eğer öyleyse neden 9 şiir gibi bir talihe bırakılmış da Kitap-lık kadar olamamıştır? Ya da Karagöz Dergisi bu iki tanımlamanın hangi kısır yanına düşer? Şairlerin şiirleri, öncü dergilerde çıktığında şiirinin yıllıkta yer bulma olasılığı yüzde olarak daha da mı artmaktadır? İyi dergi mi, iyi şiir mi? Bunlar açıklığa kavuşturulması gereken konulardır. Bu tür karmaşıklıklar şiiri yoldan çıkarır ve şiirden anladığımız ancak kaos olur.


Hakan Bey, Türk şiirine hizmet eden birisidir, bunu göz ardı etmek büyük bir insafsızlıktır. Katkıları, uğraşıları, ter dökmesi ve çalışkanlığı şiir konusunda kendisini söz sahibi kılmaktadır. Fakat şiirin merkezine dergiler ve dergilerin getirmiş olduğu yenilikleri koyarken eksik kalan bir şeyler var. Bu da düz bir açıyla kendisine gelen güneşten nasiplenecekken, güneşinin önüne şemsiyelerin açılıp nasiplenilmesine engel teşkil etmektedir. Hakan Arslanbenzer okurlarıyla kendisi arasına set koymakta, yanlış anlaşılmasını biraz daha kolaylaştırmaktadır. Mesela “2008-2009 yılının tartışmaları bakımından ilginç hususlardan biri, Hece, Karagöz ve Dergah dergilerinin bir zamanların Atlılar dergisinin açtığı tartışma eksenlerinde dosya, soruşturma ve polemik yazıları yayımlamayı sıklaştırmış olmalarıdır. Bunda bu işleri yürütenlerin Atlılar kadrosundan veya bu kadroya yakın isimler olmasının payı var elbette. ” (Bkz: Türk Şiiri 2008-2009 Şiir Yıllığı, s: 20) Alıntıdaki ikinci cümle doğrudur ve haklılık payı çok yüksektir. Bir zamanlar Osman Özbahçe, Hakan Şarkdemir gibi isimlerle birlikte Atlılar dergisinde, fikir alış verişleri yapılarak güzel şeyler ortaya kondu, bunun tanığıyım. Huruç dergisinin de. Fakat Atlılar olmasaydı, adı geçen dergiler bu durumda olmayacaktı, bu duruma gelemeyecekti gibi bir intiba, evvelde bu dergilere emek vermiş insanlara haksızlık olacaktır. Hece ve Dergâh dergileri köklü dergilerdir. Tüm zamanlarda konuşacak sözleri ve cümleleri olmuştur. Karagöz dergisi de sözünü hiçbir zaman eksik etmemiş ve birikimini her türlü zeminde yansıtmasını becerebilmiştir.


Yıllıkta gençlerin canlı sesine yer verilmiş ve gençler önemsenmiştir. Akımlar ve bölümlerde gençlere vurgu yapılmıştır. Bu güzeldir, hatta çok güzeldir. Yıllık hazırlayıcısı, şiirin geleceğinden anlıyor diyebiliriz. Fakat dergi sayısını az tutması, belirleyiciliğin nihayeti olsa da kısmi eksikliktir.

3. Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2010:
Mustafa Aydoğan tarafından hazırlanan yıllıkta 66 dergi taraması yapılmış, 133 şairin şiirine yer verilmiş. Yıllık yeni ve şiir yıllıklarının arasında kendine yer arıyor. “Geçen yıl yayınlanan şiir yıllığı sayısı üç ya da dörttü. Bu yıl Edebiyat Ortamı Yıllığı ile birlikte yeni bir durum oluşacak. Hem sayıda hem şiir ortamında.” Bu iddialı bir cümle, sayı olarak evet değişiklik oldu, nicelik olarak şiir yıllıkları arasında yerini aldı; fakat şiir ortamı konusunda bunu sağlayabilmiş midir? Kısmen evet. (Yıllığın hazırlanma aşamasında planlanan üç kişilik bir ekiple bunun gerçekleştirilmesi olduğunu ön sözden öğreniyoruz.) Fakat aksaklıklar sebebiyle, bu düşünce gerçekleştirilememiş, yük Mustafa Bey’in omzuna kalmış. Eğer bu üç kişilik ekip tarafından, düşlenen gerçekleştirilebilseydi, şiir yıllıklarında nesnellik ya da deneysel şiir dediğimiz kavram kendine yer bulabilecek miydi? Doğrusu bu sorunun cevabını merak etmiyor değilim.


Yıllıkta amaçlanan, yıl içerisinde dergilerin sayfalarından taşıp da hayatımıza giren bir yılın fotoğrafını kâğıda yansıtmaktır. Bu yapılırken herhangi bir şüpheye mahâl vermemek için, hakkaniyet ve samimiyet ölçüsünde bu işlerin yürütülmesi gerekir ki Mustafa Bey bunu yapmıştır kanaatindeyim. Çünkü Baki Asiltürk’ün yıllığına almış olduğu şiirlerle, Mustafa Aydoğan’ın şiir yıllığına almış olduğu şiirlerin oranı büyük oranda örtüşmektedir. Bu kafa yapılarının ya da ideolojilerin uyuşmasından kaynaklı bir şey değildir, şiire geniş bakmalarının sonucudur. Bundan başka belli bir vasatı tutturma çabası da etkili olmuş olabilir söz konusu durumda.


“Şiir seçerken nasıl bir yöntem kullandığıma gelince; açıkçası elle tutulur bir yöntem kullandığımı söyleyemem. Böyle bir yöntem olduğu konusunda şüphelerim var. Beğenimin temel belirleyici olduğunu ifade ve itiraf etmeliyim.” Söylenegelen itiraf etmeliyim tabiri aslında yıllığın hazırlanışındaki yolu göstermektedir bizi. Yoldaki işaretler bellidir ve sınırlar çizilerek bu yapılmıştır. Cümle samimidir, burada hazırlayıcının poetik bilgisinin, görgüsünün yanında hakkaniyet ölçüleriyle alakalıdır.”Beğenilerime değer verenler için yıllığın bir anlam ifade edeceğini düşünüyorum.” Bu cümlenin yıllığı taşıyabileceği konusunda şüphelerim var. Yıllık hazırlayıcısı, evrensel bir dili tutturmak zorundadır. Mustafa Aydoğan’ın beğenilerinden habersiz olan şiir okuru, yıllığı eline aldığında evet, bu hemen herkesin hayatına katkı sağlayan / sağlayabilecek bir yıllık olmuş diyebilmelidir. Bu şekilde şiir evrenine çağ atlatabiliriz. Şiir sulandırılmaya, kavramların küflenmiş yanlarıyla beyinlerimiz sulanırken teklifle gelen yıllık hazırlayıcısı, böylesi bulanık cümlelerden kaçınmalıdır.


Yıllıkta dikkat çeken gençlerin sesine daha çok önem vermesidir. Yıllığa baktığımızda, bunun doğruluğunu görmekteyiz. Mustafa Bey, şairi değil şiiri esas almakla, yıllıkların soluklanması açısından faydalı bir yol tutmuştur. Ne yazık ki dergiler artık ismi olan şairlerin sadece esamesini kullanıp da muhkemliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu da şiiri ve dergiciliği kısırlaştırmaya götürmektedir. İsmi olan şair olsun da, nasıl olsa okunur zihniyeti yanlıştır. Ve şu yeri gelmişken konuşulması gereken zaruri konulardan birisidir ki çoğu dergi bundan dolayı veryansın etmektedir. Dergi iyi olunca, iyi şiirler gönderilmektedir. Dergi yeni ya da kendi zemininde ses verdiğinde vasat ya da vasatın altında şiirler gönderilmektedir. Etmeyin, ismin zikredilmesi adına bu Makyavelizm ancak mide bulandırır.


Yıllık beş bölüme ayrılmış; Seçilmiş Şiirler, Seçilmiş Mısralar, Poetik Metinlerden Alıntılar, Geçen Yılın Dergilerinde Şiir, Geçen Yılın Yayınlanmış Şiir Kitapları Üzerine Değerlendirme. Bu şekilde ayrıştırılmaya gidilmesi, yıllığın yollarında yürümeyi kolaylaştırmıştır. Edebiyat Ortamı dergisinden bildiğimiz Turan Karataş, katkılarıyla yıllığı güzelleştirmiştir. Kısmi kolektifliğe gidiş görüntüsünü karşımıza çıkarmıştır.


“Yıllığa kendimden şiir koymadım. Bugüne değin, yıllık hazırlayıcılarının hazırladıkları yıllığa kendilerinden şiir alıntılamalarını hep tuhaf karşılamışımdır.” Yıllık hazırlamak, yoğurt yeme sanatıdır; ben yiğidim kardeşim, bu şekilde yoğurt yerim mefhumunun geçersiz kaldığı bir cümle alıntıladığım. Bence yıllıkların etik kuralları diye manifesto hazırlansa ilk başa kendinden şiir alıntılamamayı koyulmasını isterdim. Buraya kadar güzel fakat Mustafa Bey’in es geçtiği bir yer var. Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı, Edebiyat Ortamı dergisinin bünyesinde şekil bulmuş bir çalışma. Yıllıktan haberdar olanların çoğu, dergi sebebiyle haberdar olmuşlardır. Mustafa Bey, Edebiyat Ortamı dergisinin bazı sayılarında kendisine ait şiir ve yazılardan fazlaca alarak yıllığın ruhuna ters düşmektedir. Diyeceksiniz ki ikisi aynı mı? Evet, yıllığın anılacak günleri varsa o da dergi sayesindedir. Mustafa Bey, Mart-Nisan 2009 7. sayısında 3 şiirine yer vermiş( Bkz: 64-65-66 s.). Aynı zamanda Ocak-Şubat 2010’daki 12. sayısında iki tane şiir-deneme çalışması koymuştur (Bkz: 6-7 s.). Yıllığında fazla şiire yer vermeyen Mustafa Aydoğan, herhangi bir şairin birkaç şiirine yer vermemelidir. Derdi gençler ve yeni seslerse, bu kaygı edebiyatın her yerinde olmalıdır.


4. Şiir Defteri-Şiir ve Hayat 2010(İkaros Yayınları):
Şeref Bilsel-Cenk Gündoğdu tarafından hazırlanan yıllıkta, 113 dergi taraması yapılmış ve 157 şairin şiirine yer verilmiştir. Yıllık bu yıl 6. Cildi ile karşımıza çıkıyor. “ Başta, yayımlanan şiir kitapları olmak üzere; şiir üzerine kitaplar, yıl içinde gerçekleşen şiire dair çeviri faaliyetleri; elektronik ortam ve fanzinlerin şiire bakan cephesi üzerine kaleme alınmış yazılar; ayrıca yıl içinde yayımlanmış dergiler ve bu dergilerde öne çıkan şiirlere dair değerlendirmeler de çalışmamızı tamamlayan ana başlıklar arasında yer alıyor.” Yıllık, hazırlık aşamasında yapılmış geniş bir tarama ve inceleme sürecinin akabinde karşımıza çıkıyor. Ki yıllığa bakıldığında alıntıda kurulan cümlelerin haklılığı görülmektedir. Özellikle vurgu günümüze kadar kolektif bir uzlaşma ile karşımıza çıkmıştır. Fakat bu yıllığın ruhunu ve yapısını nesnel ya da alıntıda zikredildiği gibi “ nesnelliği sınayan” vaziyette karşımızda mı; ben pek bu havayı bulamadım. Yıllıklar için kolektif uzlaşma mümkün olamayacağı düşüncesindeyim. Olsa bile, bu ne kadar nesnel zeminde olabilir. Biraz cümle sirkülâsyonu yapalım; bahsedilen kolektif kurgu A dergisinin çevresindeyse ve perspektifi bu zaviyeden bakılıyorsa, bu durumda A dergisi için ne kadar nesnel olunabilir? Bugüne kadar süregelen bu kolektif yapının bazı özel / özel olmayan sebeplerden dolayı sona erdiğini, yıllığın iki kişilik bir kolektifliğin ölçüleri üzerine devam edileceği düşülmüş önsöz kısmına. Aynen alıntılıyorum: “Hazırlayanlarla şairler arasındaki mesafenin kısaldığının ve bunun da sağlıksız bir durum olmadığını söylemek isteriz.” Görüntü de sağlıklı bir cümle, öznelleşmiş bir tarif. Yıllıkların öznelliğini daha aşikâr kılan öznel, sağlıklı bir cümle.


“ Şiirlerin tamamı 2009’da yayımlanan dergilerden seçildi.” “Türk şiirinin, baştan beri dergiler üzerinden söz aldığını, yazılan şiirin eski mi yeni mi olduğu tartışmasına son noktayı dergilerin koyduğunu düşünüyoruz.” 113 dergi taraması yaparak bu iddialarını varsıl kılıyorlar. Fakat seçimler yapılırken, seçimlerin ağırlıklı olarak belli dergilerden yapıldığını tespit ettim. Başta Kitap-lık olmak üzere. Denilecek ki, nedir bu Kitap-lık'a üfürmelerin, karşı durmaların: Dergilerden ve dergicilikten uzak biri olmadığımı düşünüyorum, Kitap-lık'ta şiir yayımlayan şairlerin birçoğu başka dergilere de şiir gönderiyor. Şu çıkmaza çözüm bulalım lütfen; şiir zaviyesinden mi yıllık, şair penceresinden mi yıllık, yoksa o dergide çıktığı için mi yıllık?


Soruşturma soruları! Yıllığın içini açmış, bahar getirmiş. Yıllığı farklı havaya sokmuş, ona farklılık kazandırmış. Çünkü soru yöneltilenlerin çoğu, uzun süredir şiire, edebiyata, Türk şiirine gönül veren isimler. Yıllığı şişirmemiş, kalplerimizi zenginleştiren bir tat vermiş. “ Olabildiğince geniş, tarafgirlikten uzak bir çerçeve oluşturmaya çalıştık.” Yıllık için bunun aksi bir tavır olamaz, olmamalı. Siz içinizi şiir adına açacaksınız, nefesinizin her yanı taraf kokacak. Bunlar şiir cephesinde düşmanlıklar kazandırmaktan başka bir şeye yaramaz ne yazık ki. Yine dergilerin ileri gelenleri, dergileri üzerinden diğer dergilere derin cephelerden saldırmaya başlar; arada yıllıklar bundan nasiplenir. Olan ne dergilere ne de yıllıklara olur. Kaybeden Türk şiiri olur.


“Baştan beri kendi şiirlerimize yer vermiyoruz; bize kendimizden daha yakın kim var? O halde ‘ben niye burada değilim?’ minvali üzre sızlanan ve sızlanacak olanlar kendi yokluklarını bu ‘dikkat’ten hareketle hesaba vursunlar isteriz.” Emeğin ortaya koyulması değil de, biraz bencillik gibi durdu. Şu konuda hazırlayıcılar haklılar; şiiri alınmadığı için, içlerinde ve dışlarında olan her şeyi kusan şairler / şaircikler var. Alınmamalarını izah etmek gibi bir zorunlulukları yok hazırlayıcıların. Fakat kalkıp da kendi şiirimizi bile almadık denilmesi, gariplik uyandırıyor. İlginç olan başka bir yan; taramasını yaptığım yılıklarda sadece Baki Asiltürk, Şeref Bilsel’in şiirine yer vermiş. Bunun dışında hiçbir yıllık hazırlayıcısı, diğerinin şiirine ya da ismine yer vermemiş. Hakan Arslanbenzer Mustafa Aydoğan’dan habersiz değil. Mustafa Aydoğan Şeref Bilsel’den. Şeref Bilsel de Baki Asiltürk'ten.


Genç şairler konusunda Şiir Defteri ortalamayı bulabilmiş değil. 1925-1970 arasında 110 şair, 1970 ile 1989 arasında 46 şair var. Yaş farkları 64. "Tek tek genç şairlerin yayımladıkları şiirleri dikkate alınca şiir rekoltemizin çok da kötü olduğunu söyleyemeyiz. Orta Kuşak(yaşı kırkı devirmiş, diyelim) ve daha eskiler maalesef-bir irtifa kaybı demeyelim de- yeterince özenilmiş, orijinal buluşlarla kasnağı çatılmış, karanlığı emmiş bir şiir koyamadılar önümüze.” Yaklaşım ile yapılan arasında ne yazık ki çelişki var. Gençlikle yıllığın hinterlandını yükseltmek amacı güden Bilsel ve Gündoğdu ne yazık ki bu gerçeği fark edememişlerdir. İyi şiirler var, iyi şairler de. Eğer soruşturmalar olmasaydı yıllık bu haliyle şiire ve Türk şiirine bakışımıza fazlaca bir şey katmamış olacaktı. Unutmadan, bu unutulursa büyük haksızlık olur; Mehmet Can Doğan, Ali Ayçil, Mustafa Köz, Cihan Oğuz, Tozan Alkan’ın yazılarını göz ardı etmemek lazım. Bu yazılar yıllığa ayrı bir canlılık katmış, çünkü hepsi birer ufuk açan yazılar.


Özcan Erdoğan’ın 2009 Yılında Elektronik Ortamda Şiir ve Fanzinler yazısını es geçersem dert olacak. Sebebi şudur: Mehmet Can Doğan, Aşkar ve Haşhaşi gibi dergilerden edebiyat dergisi diye bahsederken Erdoğan’ın bu dergilerle ilgili dergi/fanzin olarak bahsetmesidir. Dergi takipçileri olarak okurları vazgeçtim, anlamıyor olabiliriz. Mehmet Can Doğan da mı dergilerden/dergicilikten anlamıyor. Burada kalkıp da fanzin dergi ile süreli dergiler arasındaki farkları yazmak ahlaklı olmaz.


Bugüne kadar birçok dergide şiir yıllıkları üzerine eleştiriler-yorumlar yazıldı. Bazıları yıllık sahibi olup da diğer yıllığı vurmak için tüm top / tüfeklerini seferber ederek bunu yaptı. Burada karınca kararınca yapmaya çalıştığım belki bu kavganın biraz uzağında bu mevzuyu biraz olsun anlamaya çalışma hassasiyetiydi. Bunu başarabildim mi, yazı amacına ulaştı mı; ilerleyen zamanlarda göreceğiz.


Yıllık hazırlayıcılarının ve yıllıkların ortak paydası şiiri daha güzel yerlere taşıyabilmek. Yıllıkların kendisinde, önsözlerinde bunu sağlayabilme kaygısı var. Başarılı mı, her yıllığın kendine göre başarılı yanları var. Bunun yanında noksan kalmış, diğerine göre zayıflıkları da. Şuna inanıyorum, ne zaman ki şiir seçimleri, bir ortalama da buluştu; işte o zaman şiir hak ettiği yeri bulmuştur. Bu öznellik meselesiyle nasıl olacak diyenleri duyar gibiyim, yine de bir umut olarak içimizde dursun bu.


İrfan Dağ

22 Haziran 2010 Salı

Hayatımıza Açılan Özel İsmet Şiiri: Amentü



Hayatımıza Açılan Özel İsmet Şiiri: Amentü

Bir şairi anlatan şiiri ifşa etmeye niyet etmişseniz olabilecek her şeyi göze almışsınız demektir. Ki kelimeleriyle canınıza kast ediyorsa şair, işte o zaman kargaşanın kalbine hoş geldiniz demektir.
1974’te Diriliş dergisinde yayımlanmış bu otobiyografik şiir, kuşatma, karmaşa ile karşımıza çıkıyor. Allah’ın var olduğu, varlığına kendisinin eklenmek istendiği sancılı bir zamana denk düşüyor şiirin doğumu.

Tasavvufun Kapılarında Tefekkür Cümlesi

İnsan
Eşref-i mahlûkattır, derdi babam

Çocukluk yıllarında kuşkulu, iç gıcırtıcı, merak uyandıran, meraklandıran bir cümledir söylene gelen. Hele ki abdestli bir ağızdan çıkan cümle olduğunda ayrı bir tefekkür lisanına bürünmekte ve bu şekilde karşısına çıkmaktadır şairin. Bu cümle, şairin babasından duyduğu ve o zamanlar ne olabileceği konusunda kafa yormadığı herhangi bir cümledir. Şair, üstüne düşmemiş olsa da, bu insana isnat edilmiş cümleyi bir olasılık olarak cebinde saklar. Vakti geldiğinde kalbini bu cümle ile sulayacaktır ki bu uzak, metrajı uzayacak hâl değildir, şair kalbi ile var olduğunun farkındadır.

Karşı Çıkmanın ve Reddetmenin Şahlanışı
Kapitalizme Sıkılmış Yumruklarıyla Karşı Duran Şiir


Şair eylül yorgunudur, bilek damarlarını keserek içini rahatsız eden metropol hüznüne karşı çıkmaktadır. Şair eylül tarafından incitilmektedir; çünkü bilek damarlarından akan kan yerine karşı çıkma, karşı durma, meydan okuma yer bulmuştur. Arayış; şairin ayaklarını yerden keser, fikir olarak kendisine konuşlanabileceği bir üs arar.

Dilce susup
Bedence konuşulan bir çağda

Çağ, şairin literatüründe sabıkalı ve çıkmaz yola girmiştir. İnsanlar, kelâmın mahremiyetini ayaklar altına alıp bedene takılıp kalmış, sadece cismin kirlenmişliğiyle avunarak çıkış aramaktadır. Buna dair hiçbir cümle izaha gidememekte, olup bitenler yaşanılan herhangi bir coğrafyaya kondurulamamaktadır. “Evet, isyan” dedirtecek, isyana ve karşı durmaya sevk edecek dar zamana girilmiştir. Zemin kaygan ve kaypaktır. Çünkü çağ, bugüne kadar alışagelmiş tasavvuru değil, aksine kirlenmenin sunak olarak sunulduğu, ceplerine merhamet doldurmak isterken insanlar, karşılarına suya koyulduğunda ancak yumuşayabilen katılık ve körelme hâli çıkmıştır. Şair bu yığınlaşmaya şiddetle karşı çıkar.

Rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
Bana deha değil
Belgeler gerekli
Kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza

Şair, aramanın vermiş olduğu kederlenme ile hayatı tanımlayamayacağını bilir. Hayatı boyunca yaşanılan her an, durumun tarifi için karşılık gelmemektedir. Söyleme teşebbüs edildiğinde “rahm” olanı katleden kanıtlardan, olabilecek ifadelerden faydalanabileceğini varsayarak, dönmekte olan çağdaş çarkın dişlilerinin içine, kendini diri diri atabilecek duruma gelmiştir. Zaman değişken, söz kirlidir. Bu yüzden dehaya gerekli önemin ve mühletin verilemeyeceğini ifşa eder, vakit kaybettirmeyecek nesnel metaların arayışı içerisindedir. Rahman’a giderken istemese de kendini farklı hâller içinde bulur. Şair kirlenmenin verdiği burukluğu resmî lisan ile hisseder.

fly Pan-am
drink Coca Cola

Fırtına ile gelen tepki tasarrufudur insanların vaktine düşen, olanla olması gereken derin sınıra dikkat çekilmek istenmiştir. Burada adına gür naralar atılan, acı çekilen halk, kapitalizmin kurmacası ve hayatlarını alıklaştıran kavramları kullanarak kapitali daha güçlü kılmakta, olağan düzene hizmet etmektedir. Şair, “Şahlanan grevler içerisinde kahkahalarım küstah” derken tepkisini en ironik hâliyle görmemizi istediği yere götürüp koymaktadır. En acıyan yanıyla seslenip halka, “Budur / İşte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku” diye haykırmaktadır âdeta. Halktan yana bir tavır içerisindedir şair, bu uğraşısı sonrasında halkını uyandırmak isteyen kurtarıcı rolündedir.
Şiirin Mihengi Baba Metaforu

Baba, mühim bir metafordur şairin hayatında. Acıyan yerlerine dokunup dünyadan iltica etmiş, şairden yana dönüp geriye bakıldığında, şairin hayatına varsıl güzellikler bırakıp gitmiştir. Şairin zihnine, kalbine “eşref-i mahlûkat” kavramını koyup, uyanışa sebep olandır. Baba ile zaman zaman yaşadığı çatışmaların, uyuşamayışlarını dillendirir şair. Yine de kalbin en kangren yanlarına inanç armonikasını konduran babadır.

Tokat
Aklıma bile gelmezdi
Babam on beşli olmasa

Zamandır. Zulmün hırıltısı uzak değildir varoluşunu idame ettiren toplumdan. Vatanın tehdit altında olduğu; millet, namus, şeref için öfkenin bilendiği zaman dilimindedir baba. Henüz baba değildir, oğludur vatanının; çünkü dönmesi ihtimale tekabüldür. Baba değildir, henüz Hicri 1315’tir. İman için yola çıkan, henüz 15’inde gençtir, inançlıdır, imanlıdır. 15 yaşındadır baba, iman suretinde mefkûrenin peşinde giden kutsal bir kurgudur. Şairin tasavvurunda kutsala tâbi, kalbi hoş tutacak bir eylemdir bu, şair bunu önemser.

Babam
Seferberlikte mekkâredir

Hayat bilgisi olarak hayatının en çetrefil yanlarında duran baba, Cihan ve İstiklâl Harplerinde hayvanlarla yük taşımacılığı yaparak milletine hizmet etmekte ve kendisine düşen görevi hakkı ile yerine getirmektedir. Şair, yapılanı tarihin tamahkârlığına not düşmekte, anılacak günleri olsun diye ibretlik o günleri, zihninin hatırlanacak yerlerine kondurmaktadır.
Merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan
Babamdı

Savaşlar bitmiştir, baba yurda geri dönmüş, çocuklarının nafakası için uğraşı içerisine girmiştir. Şair bu eylemi kutsal olarak kabul eder; fakat hizmet edilen yer itibari ile kendini karşı çıkmanın içerisinde bulur. Amerikan firmasına, yani emperyalizme hizmet eden fabrikaya, babası kırlarda kazdığı kökleri getirip satmaktadır. Dolaylı yoldan da olsa emperyalizmin gayrı resmî şubesine hizmet etmektedir. Şairin duygu âleminde zedelenmeler baş göstermekte, eylemi yapan babasının olması içten dışa taşan reddetmeyi daha da pekiştirmektedir. Kutsala ihanet edilmiş, “seferberlikte mekkâredir” denilen baba, kutsallığını yitirmeye başlamıştır.

İnsanın
gölgesi ile tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısı ile çağırmak

Baba metaforu farklı hâliyle ellerimizden tutar, varlık sancısı içinde olan şair geçmişin kavline göre ayıklayıp yüzündeki hüzün taksimini, marşlara sığınmak ve bu şekilde babası ile irtibat sağlamak ister. Aslında buradaki asıl sancı, babası ile olan münasebetlerinde olağan hâli tutturmayı başaramamasıdır. Baba metaforu söz konusu olduğunda, yakasına ısrarla yapışmakta olan resmiyet, ciddi cümleler, efektif yazıklanmalar baş göstermektedir. Baba hiçbir zaman samimi münasebetlere müsaade etmemiş, böylesi anlar kopuk bir film karesi olarak hep durmuştur şairin hayatında.

Şair, babası ile olan münasebetini şu şekilde dillendirir: “Ben babamla öldükten sonra yakınlık kurabilmiş biriyim.” Baba ölmüştür, şair marşların kararmışlıklarına sığınmış çıkış aramaktadır.

Çanlar sustu ve fakat
Binlerce yılın yabancısı bir ses
Değdi minarelere
Tanrı uludur Tanrı Uludur
Polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur

Çağ değişmiştir, fikirler ve ideolojiler de. Tefekkür, tevekkül çekilmiştir insanların hayatından. Yüzü asık tınılar, tarifler, tabirler girmiştir insanların hayatına. Zulüm diye tabir edilen gâvur, imanla savuşturulmuş; fakat insanların kulaklarına değen yabancı tınılar ortaya çıkmıştır. İstiklâl Harbi bitmiş, ideoloji değişmiş, yerini Tek Partili döneme bırakmış ve Allahu Ekber yerine “Tanrı uludur” ifadesi yer bulmuştur kendisine. Burada, efektif karmaşanın içerisinde şairin babası polistir ve şair derin pankartlar açar; çünkü babası Tek Partili yönetimin getirmiş olduğu Cumhuriyet’e hizmet etmeye başlamıştır. Babanın tavrı varoluşa aykırılık arz etmekte ve sapma olarak durmaktadır. Kulluk imanın gereği olarak Allah’a yapılır; fakat tavizsiz bir eleştiri darası oluşturan şair, babasını çekinmeden eleştirmektedir.
Gençlik Acılarıyla İçselleştirilmiş İki Kurgu

Gide ve Godiva

Şair tarafından temsil edilen iki kurgu vardır ve bu kurgular şiirin ayrı yerlerine serpiştirilmiştir. Birbirileriyle ilişkili değil, aksine farklı tasavvurları ve zaman dilimlerini aksettirmektedir.
Ben o yaşta koltuğumda kitaplar
İşaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
Cebimde kırlangıçlar, çılgınlık sayfaları
Kafamda yasak düşünceler Gide meselâ

Okul çağında filintadan bir öğrencidir şair, kanıtlamak için işaret parmağında zinciri ve cebinde taşıdığı sedef çakısı bu zamanı tarif etmektedir. Aklında, “Başkaldırıyorum o hâlde varım” diyen Gide meselâ. O zamanlar tehlikeli söylevlerdir bunlar, şair cesurdur bu konuda. İçteki boşluğun dolması için ayaklanmanın konuşkanlığa düşme hâlidir bu. Gençlik acıları ile aranan, şairin yüzüne serinlik getirmez; istenilen ve vaat edilen bu değildir çünkü.

Bense
Anlamış değilim böyle maceralardan
Ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur

Şair topluma dair hassasiyetine bizi götürüp, kalbini açıp halka, kapitalizme karşı çıkışını göstermektedir. Hikâye acıklı, hikâye ironik, hikâye iç acıtıcı… Hikâye meydan okumanın tezahürü üzerine inşa edilerek halka sunulmaktadır. Halkın görmesi için elinden geleni yapmakta, toplumun doğum sancısını çekmektedir.

Lady Godiva, 11. yüzyılda İngiltere’de yaşamış Mercie dükünün karısıdır. Dük zalimliğiyle ün salmış ve ağır vergilerle zalimliğini devam ettirmektedir. Godiva, dükün yaptıklarına karşı çıkar ve ayrılıklar baş gösterir aralarında. Dük, vergilerin kalkmasının ancak bir şekilde olabileceğini söyler. Kirli ağzıyla Godiva’dan bir atın üzerinde şehri çırılçıplak gezmesini ister. Godiva şartı kabul eder, halkı için buna katlanacağını ifade eder. Godiva sokaklara çıkıp çıplak bir vaziyette şehrin içinde gezmeye başlar. Halk, Godiva’ya olan sevgisinden dolayı kapılarını ve pencerelerini örtüp, kendileri için yapılan eyleme derin bir minnetle katkıda bulunurlar. Rivayet göre sadece bir kişi perdesini aralayıp Godiva’ya bakmış ve kör olmuştur.

Şair böylesi bir fedakârlığın arkasından seslenmektedir. Oysa yolu gözlenen gelmemekte, ağır vergiler altındaki halk daha da fakirleşmekte ve zorluk derecesi yüksek yaşantı dikte edilmektedir. Bundandır Godiva’nın yolunun gözlenmesi. Şair tepkisini şu şekilde telâffuz eder:

Nüfus cüzdanımda tuhaf
Ekmek damgası durur

Bu, o zamanki yönetimin getirdiği bir uygulamadır, şair bunu kabul edememektedir. Çünkü ekmek karne ile verilmeye başlanmış, gözetilmesi tevdi edilen eşitlik yer ile yeksan olmuş ve gereğine inanılan hiçbir talep karşılık bulamamıştır. Toplumun temeline dinamitler koyulmaya başlanmış, şair oluşabilecek o patlamanın içerisinde yer almayı gözüne kestirmiştir.

Kendine Çıkış Arayan İklim

Şair fark etmenin farkındadır, tohum kalbinin ara yüzüne inmiştir, onu sarsmış ve ayaklandırmıştır.

Ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
Bu söz asıl anlamını kavradı

Eylül suretinde damarlarının kıvrımlarında arayışı başlatır şair. Dilinden vakte düşen eylül, jiletle kesilir, ellerini bu duruma şahit tutar. Damar kesilir, kan kesilir ve varoluşun hikmeti kendini bulmaya başlar. Şair içinden taşarak dar bir zamanın öyküsüne kendini binit eder. Cinnetten yara alarak çıkmış nedameti içinde huzursuzlukla bulmuştur. Şair yapılan eylemin uygunsuzluğunu idrak etmeye başlamıştır ve fark etme hâli şairin kalbine inmiştir. Konuşan, kalbe düşen hikmet tohumudur ve şair uzayan, uzadıkça da nefesini kısaltan uykudan asıl cümleye uyanır.

Zaman geçer. Harflerle, cümlelerle, şiirlerle kutsanır eylülün adı. Eylül, “Amentü” şiirinin dizinin dibine yazılır. Şair yorgundur, şair şükür suretindedir. Çünkü sebepler dünyasında Yaratan, Eşref-i Mahlûkat diye mânâ kattığı kulunun gönderden yarıya indirilmesine müsaade etmemiş ve kuluna Gafur sıfatı ile mühlet vermiştir. İslâmlık bu fark edişle başlamıştır.
Amentünün Kalbe Nazil Olması

Şair hikmetin kavlini, ilkin babasının dilinden duyduğu kelimelerle, “kâlû belâda” sorulan, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna evet diyerek zaten kabul etmiştir. Bu şekilde İslâm fıtratı üzere gelmiş; fakat hatırlatılacak güne kadar bu unutma hâliyle hayatına devam etmiştir. Söz, babanın kutsadığı tarifin sonrasında gelir, şairi derin uçurumların ucundan çevirecek içsel tasvirle hayatımızın diğer ucundan tutar.

İnsan
Eşref-i mahlûkattır derdi babam
Bu sözün sözler içinde ayrı bir yeri vardı

Kelâmın kavli burada başlar. Babanın dilinden düşen ve tüm insanlığı ihtiva eden bu söz, ayrı bir tabir olarak durur söz ustasının hayatında. Şair, dönüşü olmayacak yanlışa tevessül etmiştir. Rab, bu ağır çıkmaza müsaade etmemiş, kulunun kalbinden ellerini çekmemiştir. Nisyan ile malul olan şair, terkibin farkına varmış ve pişmanlığı en kırçıl hâliyle yaşamıştır şükür ile. Tam da burada tasvir edilen söz, alınıp bambaşka bir yere kondurulmuştur. Şair pişman, kederli; ama umutsuz değildir.

Şair bu ayakları aksayan kargaşanın sonrasında, bulmak kısmına girmeden, arayışın içerisinde bulur kendini. Bazen kulağına çalınan gür naralar, sloganlar, reklâmların arasından taşarak, bazen ezan sesinde kendini farklı hâle büründürtmekte; fakat arayış olarak devam etmektedir. Şair lise çağlarında, Asıl Kelâm’ı, yani Kur’an mealini okumaya başlamış, içindeki çıkmaza dair sorular türetme girişimindedir. Çıkmaz yola girebilecek aklın tam göbeğindedir. Karşı tezler üreterek, biraz muhalif, biraz marjinal çengellere, matematik işlemlerine çözüm aramaktadır.

Aşk ve ölüm bana yeniden
Su ve ateş ve toprak
Yeniden yorumlandı

Şair, felsefe ve sosyoloji kuramlarının çatılarından taşarak yaratılışı yorumlama çabasına gitmiştir. Nedamet sonrasında gelen aşk ve ölüm kavramlarını yeniden açıklığa kavuşturma çabasındadır. Bunlar yapıladururken şair, ilk çağ filozoflarının türetmiş olduğu insanın varoluş hilkati üzerine sunduğu izahlara gitmektedir. İnsan amentüsü gereği var edilmeden önce, belli elementlerin birleşmesiyle var edildiğine inanılmıştır. Şair buradan yola çıkarak inancı açıklama çabasının tam ortasında bu bir cevap olabilir mi düşüncesi içindedir. Metafizik dünyada ismi zikredilen dört element, yani su ve ateş ve toprak zikredilmiş; fakat hava metaforu eksik bırakılmıştır. Bu, gözden kaçmaması gereken, şair tarafından kasıtlı olarak eksik bırakılmış mühim bir kurgudur.

Gençken
Peş peşe kaç gece yıllarda
acıyan yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı

Gençlikle gelen hengâmeli boşluğun getirisi olan, pişmanlığı kılcallarında hissedilen acıyan yerleri vardır şairin. “Bilmezdim neden bazı saatler / alaturka vakitlere ayarlı” derken şair, bu şekilde başkaca sancısını bize sunmaktadır. Eskiden, Osmanlı zamanında insanların hayatında saat kavramanın olmayışı sebebi ile insanlar, hayatlarını inançlarının getirisi olan namaz vakitlerine göre ayarlardı. Güneşe ya da başkaca zaman bildirgecine değil, inanç bildirisi olan namazın kavline göreydi. Burada da şair derin bir boşluğun içerisindedir. Artık zaman namaz vakitlerine göre değil, eğlence saatlerine göre ayarlanmıştır. Şair namazın iç temizleyici marifetinden habersiz, yine de namazı kalbinin bir köşesinde saklamaya devam etmektedir.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm

Ayıklanmış cümleler ve ustaca kurgulanmış dize tutuyor elimizden. Şairin kendi durumuna dair bizi haberdar etmek istediği farklı bir durum var. Kar beyazlığın, meleklerin habercisi olan rahmet hâlidir; fakat maddi olan dünyadan kendini muaf tutup da şair, manevi kirlenmenin içindeki bocalamasını ve sancısını ifşa etmeye çalışmaktadır. Kar ile darp olup kirlenmiş yanıyla karşımıza çıkan yüz değil, şairin manevi dünyasında muhatap olduğu kirlenmedir.

Ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
Tenimin olanca ağırlığı yok oldu

Kendinden uzaklaşıp kendine gelemeyen cümlelerle ifadeyi sabitler şair. Emperyalizmin getirisinden çok götürüsüyle mağdur olmuş halkın hakkaniyetine dair cümleler devşirmekte, yorgunluğunu ispata gitmektedir. Şairdeki toplum kaygısı öylesi, ölesi bir yere kondurulmuştur ki “Amentü” kavramına dair bulmaya çalışma hâli sekteye uğramaktadır.

Yalnız
Coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
adırvan, İslâm’ı adımlamanın görünürdeki başlangıç merhalesidir.
Hayat
Dört şeyle kaimdir, derdi babam
Su ve ateş ve toprak
Ve rüzgâr.
Ona kendimi sonradan ben ekledim
Pişirilmiş çamurun zifiri kokusunu
Ham yüreğin pütürlerini geçtim
Gövdemi âlemlere zerk ederek
Varoldum kayrası ile var edenin
Eşref-i mahlûkat
Nedir bildim

Bedenî yapıyı şehrin, proletaryanın, kirlenmenin, kapitalizmin, ısmarlanmış düşlerin çıkmazından çıkarıp asıl olana, yani insanın ilk var olma hâline geri binit eder şair. Kelâmın şerh olarak vakte düşmesinin akabinde ıslık çalarak dört elementin birleşimini gözler. Kur’an’da insanın varlığının ikame edilmesidir gözlenilen. Şiirin başlama aşamasında eksik kalan metafor şairin tanıklığıyla, şiirin en alımlı yerine, daha kendisini eklememişken varoluşa, eksik kalan elementi çağırır. Hava, yani ruh.

Zifiri karanlığın korkaklıklarının içine dalmadan şair, eşsiz yapıya kendini ekler. Mânâ kendini bu şekilde bulmuştur diye, göğsüne vura vura asıl olan budur der, zamanın eriyen yanlarına sözü düşer. Yunus tutar şairin ellerinden; hamdım, yandım, piştim rindinin başlangıç kısmına, yani hayretin tekabülü olan hamlığı yüreğine hatırlatır ve arayışın nihayeti taşarak vücudun en kangrenli yanlarından halka, bizlere, okuyanlara, idrake teşebbüs edilenlere sunak olarak sunulur. Aranan bulunmuştur. Varlığı, Var edenin merhameti üzerine kanıtlanmış olur ve arayış tamamlanır. Allah’ın ipine tutunur şair ve abdestli ağızdan, yani babanın kelâmından düşen tarif, tabiri kaldırır hâle gelmiştir. Şair, amentünün ne olduğunu bilir, itaatsiz ve isyana koşan adımlarla. Çetin bir adamdır şair ve yüzünün kırılganlıklarında halka sunulmak için sözler biriktirir. Hayatın bitirilmesine karar verilen yanında, Yaratıcı tarafından bize bahşedilmiştir şair.
İrfan Dağ

Be Zeman u Be Zıman*






İsmet Özel’e armağan

Bir masal miktarı kadar ölüp ölüp gideceğim, beğenirsek birbirimizi neden olsun
Beğenmezse ölüm belki hatıra fotoğrafı çektiririz, hastalıklı bir kız gibi öksürür şiir
Taşa tutar tanımadığımız gitmek üzereyken tanıdığımız yol konuşkanlıkları kadar
Yazılır ezbere vurulan her hasım hısım olur belki halamın suçu neydi kocasının içi
Mermi dolusu keder ile doldurulduğunda zannedilip oyuncak bir bebek suretinde
Kundaklanmamışken oğul diye bellenilen kundağında kuş sesi zannettiğinde annesinin
Kalbinden düşen sessiz ağıdı, yazılmalıdır belki daha doğmamış olanın hicrana düştüğü
Dünya sekine edinirdi kendine, sükûta erişirdi dili kesilmiş her kekeme, en çok anlatırken

Postallar ürürdü yürürdü sonrasında yağmurlu bir gün kadar dedemin yüzünde
Çoban olurdu koyun güderdi kavalının sebebinde babamın düşleri, soğana ve ekmeğe
And olsun ki kanaat getirirdi kanaat önderi olmayan babam en çok annemin gözlerine baktığında Hikâyeler anlatırdı meselâ bunu gördüm de ben en çok sustuğunda yolluk edinilmiş ırgatlığı
Pamuk tarlasına emanet ederdi genç kızlığını, toprağın geri dönüşüm fabrikasında kana boyanırdı
Yüzümün hayata bakarken borçlanan yanı, kırmızı ışıktan geçtin kalbim, ihlal kuralısın

*Zaman Dilsiz Kaldığında
İrfan Dağ